Yapı Kataloğu - Nitelikli Mekan Yaratma Platformu

Bize Ulaşın +90 (850) 303 27 83
Samed Uslu ile SAHNE ÖNÜ, SAHNE ARKASI

Samed Uslu ile SAHNE ÖNÜ, SAHNE ARKASI

Bu serinin sıradaki konuğu, solidian·kelteks’’in Türkiye genel müdürü Samed Uslu. Onunla yalnızca iş stratejilerini ve markalarının vizyonunu değil, aynı zamanda kişisel ilgi alanlarını, ilham aldığı noktaları da konuştuk. Samed Uslu’nun sahnenin önünde olduğu kadar, sahne arkasındaki dünyasına da göz atmaya hazır olun!

SAHNE ÖNÜ

Öncelikle hem kendinizden hem de firmanızın hikâyesinden kısaca bahsedebilir misiniz?

Ben Samed Uslu. Özünde tedarik zinciri, ticaret ve yönetim profesyoneliyim ve yaklaşık 10 yıldır da kompozit sektöründe iş hayatımı sürdürüyorum. Son 3 yıldır solidian·kelteks Türkiye’de Türkiye Genel Müdürü olarak görev yapıyorum.

solidian·kelteks olarak bizler 1990 yılından bu yana; kompozit, inşaat ve antisismik endüstrilerine yüksek teknolojili teknik tekstiller ve donatılar geliştirip üreten AB merkezli bir üreticiyiz. Cam, karbon ve bazalt esaslı teknik tekstiller ve donatı sistemleriyle sektördeki geleneksel anlayışı dönüştürmeyi ve geleceği hep birlikte inşa etmeyi hedefliyoruz. Zira bizim için üretim sadece bir çıktı değil; mühendislik, inovasyon ve sorumlulukla harmanlanmış bir gelecek vizyonunun somut karşılığıdır.

Şirketinizi sektörde farklı kılan özellikler nelerdir?

Bizi sektörde farklı kılan temel unsur, yalnızca ürün sunmak değil; o ürünün ardındaki düşünce biçimini ve çözüm felsefesini de ortaya koyuyor olmamızdır. Donatıyı bir yapıdaki ikincil bir aksesuar olarak değil, yapının kaderini doğrudan etkileyen bir "çekirdek" olarak görüyoruz.

Türkiye’de, hâlâ çelik donatıya bağlılıkla sürdürülen konvansiyonel yapı üretim anlayışı mevcut. Biz ise bu anlayışa alternatif değil, doğrudan bir dönüşüm sunuyoruz. Cam, karbon ve bazalt esaslı elyaflarla daha hafif, daha yüksek mukavemetli, korozyona karşı tam dirençli sistemler inşa ediyoruz ve sadece kendimiz değil, iş ortaklarımızla birlikte bu dönüşümü sahada fiilen uyguluyoruz. Bizim farkımız; teknik inovasyonu bir niyet değil, sahada çalışan uygulamacıdan projeyi çizen mühendise kadar herkesin işini kolaylaştıracak, daha güvenli yapılar sağlayacak bir gerçekliğe dönüştürmekte yatıyor.

Sektördeki diğer firmalarla nasıl bir işbirliği stratejisi izliyorsunuz?

Türkiye pazarına malzeme tedarik etmeye başladığımız ilk günden beri biz işin özünü “partnerlik” üzerinden kurguladık. Bu yüzden hiçbir müşterimize “müşteri” demeyiz; bizim için hepsi “partner”dir. Aynı anlayışı, iş ortaklarımız ve sahadaki paydaşlarımız için de benimseriz. Çünkü bizce iş birliği, sadece ticari değil, aynı zamanda entelektüel ve teknik bir teati zemini demektir.

İş birliğini rekabetin karşıtı değil, tamamlayıcısı olarak görüyoruz. Özellikle kompozit ve inşaat sektöründe uzmanlığı olan ticaret firmaları, üretici firmalar, uygulamacılar ve tasarımcılarla çok yönlü ilişkiler kuruyoruz. Malzeme tek başına bir şey ifade etmez; onu doğru yerde, doğru detayla ve doğru mantıkla kullanabilmek için karşılıklı bilgi paylaşımı şart.

Bu doğrultuda birlikte ürün geliştirme, demo uygulamalar gerçekleştirme, ortak webinarlar düzenleme, teknik eğitimler verme gibi pek çok farklı formatta etkin ve uzun vadeli ortamlar oluşturuyoruz. Haddizatında bizim için her işbirliği, karşılıklı öğrenme ve geliştirme sürecidir.

2025 ve sonrasında yapı sektöründe ön plana çıkacağını düşündüğünüz trendler nelerdir?

Korozyona dayanıklı donatılar, karbon salınımı düşük üretim teknikleri ve dijital üretim (BIM + 3D baskı) artık sadece “gelecek” değil, bu inovasyonların bugünün gerçeği olduğuna ve daha da gelişeceğine kaniyim.

Bununla birlikte, enerji verimliliği, yapı fiziği ve akıllı kontrol sistemlerinin entegrasyonu; hem mimarlık hem de inşaat mühendisliği anlayışını yeniden tanımlayacak. Artık yalnızca statik dayanım değil, bir yapının çevresel etkisi, enerji tüketimi, sürdürülebilirliği ve yaşam döngüsü boyunca gösterdiği performans da ana kriter haline geliyor. Ben aynı zamanda yapıların “canlı sistemler” gibi düşünüleceği, sensör teknolojileriyle donatılmış, kendi verisini üreten ve analiz edebilen yapılar olacağı dönemlere doğru ilerlediğimizi düşünüyorum. Sektörün odağı; daha az malzeme ile daha çok performans elde etmeye, çevresel etkileri minimize etmeye ve insan odaklı, akıllı yapılara kayıyor.

Yapı İnovasyon Günleri gibi etkinliklere katılımın sektör liderleri için önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu tip etkinlikler, sektördeki “monolog” ortamı “diyaloğa” çeviriyor. Sadece sunumlar yapılmıyor; bakış açıları, yöntemler, hatalar ve dersler paylaşılıyor. Sektördeki sorunları masa başında ya da bireysel çabalarla çözmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Gerçek çözümler, disiplinler arası düşüncenin, tecrübe paylaşımının ve sahadaki verinin açıkça konuşulduğu bu gibi platformlarda filizleniyor. Yapı İnovasyon Günleri, tam da bu anlamda, sektörü ileriye taşıyan ortak aklın beslendiği çok değerli bir zemin sunuyor.

Ayrıca yeni nesil profesyonellerle tanışmak, onların bakış açılarını duymak bana hem heyecan veriyor hem de farklı bir motivasyon kaynağı oluyor. Bu etkinlikler, yalnızca bilgi paylaşımı için değil; aynı zamanda profesyonel ağınızı genişletmek, sektör dinamiklerini daha bütüncül bir şekilde kavramak ve geleceği birlikte tasarlamak için eşsiz fırsatlar sunuyor.

SAHNE ARKASI

Sizi sektöre yönlendiren ana motivasyon neydi?

Yaklaşık 10 yıl evvel kompozit sektörü ile tanıştığımda, bu alandaki potansiyelin ne kadar büyük ve henüz keşfedilmemiş olduğunu fark edişimdir diyebilirim. Belki şahsen meraklı bir insan oluşum ve problem çözme arzum da, ateşlenmiş olan bu fitilin daha hızlı yanmasına sebep olmuştur. Yapı sektörü ve yapı sektöründe kompozit malzemelerin kullanımı, diğer birçok alandan farklı olarak, somut bir etki alanına sahip. Geliştirdiğiniz bir malzeme, çizdiğiniz bir detay, aldığınız bir karar yıllarca insanların hayatında yer ediyor ve bugün herhangi bir yapı içerisine yerleştirdiğiniz o güvenilir malzeme, sizin geleceğe doğru zamanda yolculuk yapmanıza imkan tanıyor. Örneğin Mimar Sinan, bence ezber bozmayı başardığı için kendisini yalnızca kendi çağına değil, asırlar sonrasına da taşıyabilmiş bir zaman yolcusudur. Yaklaşık 450 yıl sonra bile eserlerindeki dehaya hayranlıkla bakıyor ve ilham alıyoruz. Ya da günümüzden Santiago Calatrava şahane bir örnektir, muhtemelen kendisini çoktan 2500 yılına daha hayattayken gönderdi bile.

Zor bir kararla karşılaştığınızda, sizi ileriye taşıyan temel değer veya inanç ne oldu?

Öncelikle bu kararın mutlaka etik ve stratejik olması benim önceliğim. Kısa vadeli edinimlere ve hatta kazançlara odaklanmak yerine, uzun vadede saygı, güven ve istikrar kazanmak çok daha değerli. Ve elbette zor kararlar kişisel konfor alanınızı bozabilir ve bu normaldir; o nedenle şahsınız olarak temsil ettiğiniz değerlere ve akabinde temsil ettiğiniz kuruma, ekibe ve nihayetinde toplumun iyiliğine öncelik vermeniz gerektiğine inanıyorum.

İş dışında sizi heyecanlandıran hobiler veya ilgi alanlarınız nelerdir?

Doğayla temasta olduğum her an bana iyi geliyor ama yaz aylarından değil; daha çok kışın sessizliğinden, serinliğinden ve dinginliğinden keyif alırım diyebilirim. Elbette mevsim fark etmeksizin doğada olmayı herkese tavsiye ederim, doğanın iyileştirici gücü kesinliklikle küçümsenmemeli.

Bunun dışında, son zamanlarda eski iki hobime yeniden yönelmeye başladım; satranç ve antika halılar. Satranç bana strateji, öngörü ve sabır gibi iş dünyasında da çok işime yarayan becerileri hatırlatırken; antika halılar ise motiflerin, renklerin ve dokumaların üzerinden geçmiş kültürleri ve ustalığı keşfetme imkânı sunuyor. Her biri farklı bir alanı besliyor.

Mimari anlamda en çok beğendiğiniz şehir ya da yapı hangisi? Neden?

Hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki, mimari anlamda beni en çok etkileyen şehir İstanbul. Son zamanlarda çok zarar verdik maalesef fakat İstanbul -hala, umuyor ve diliyorum ki yüzlerce yıl daha böyle kalacaktır- sadece bir şehir değil, aynı zamanda mimarlık ve mühendislik yoluyla yazılmış bir tarih kitabı. Doğunun bilgeliği ile batının tekniğini; klasikle çağdaşın gerilimini bir arada barındırıyor. Bu kadar karmaşık bir yapının hâlâ ayakta, hatta yaşayan bir şehir olarak varlığını sürdürüyor olması, zaten başlı başına bir mühendislik mucizesi.

Avrupa’dan örnek vermem gerekir ise, Floransa. Sadece Rönesans’ın doğduğu şehir değil; aynı zamanda orantının, simetrinin ve malzeme asaletiyle yaratılan mekân duygusunun ustalıkla birleştiği bir açık hava müzesi gibi. Ya da son 20 yılda kendisine çok özel bir yer edinen Porto, eski ile yeniyi çok incelikli bir dille birleştiren, beton, taş ve ışık ilişkisini ustalıkla kuran yapılara ev sahipliği yapıyor.

Son olarak, geleceğe dönük mimariyi ve mühendisliği anlamak açısından ise Abu Dabi’deki Masdar City, Stockholm’deki Hammarby Sjöstad ya da Malezya’daki Forest City gibi örnekleri referans alabiliriz. Mimarlık, geleceği şekillendirirken sadece teknolojiyi değil; doğayı, insanı ve etiği de aynı oranda dikkate aldığında sürdürülebilir ve yaşanabilir hale geliyor.