Yapı Kataloğu - Nitelikli Mekan Yaratma Platformu

Bize Ulaşın +90 (850) 303 27 83
Yapı Kataloğu Mimarlar Rehberi Röportajları Spektrum Serisi x Babar Mimarlık Sanat Ofisi

Yapı Kataloğu Mimarlar Rehberi Röportajları Spektrum Serisi x Babar Mimarlık Sanat Ofisi

Öncelikle kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

İstanbul’da doğdum, Çengelköy’de büyüdüm. Mahalle kültürünün, sokakta büyümenin, emeğin ne demek olduğunu çocuk yaşta öğrenen biriyim. Babam inşaatçıydı; ben daha çocukken onunla birlikte şantiyelere giderdim. Sıcakta harç karıp, demir taşıyarak büyüdüm. Amelelik yaptım, kalfa oldum, usta oldum… İşin mutfağından geldim yani. Mimarlığa olan ilgim de tam olarak orada, tozun toprağın içinde doğdu. Çünkü çocuk, babasında ne görürse onu sever, onu örnek alır.

İlk ciddi deneyimim, lisede mobilya dekorasyon bölümünde okurken başladı. Üçüncü sınıfta Üsküdar Belediyesi’nin KUDEP Projesi’nde stajyer olarak çalıştım. Eski ahşap konakların, tarihi eser niteliğindeki yapıların restorasyonu üzerineydi. Sadece mesleki değil; kültürel ve duygusal anlamda da çok şey kattı.

Bugün geldiğim noktaya kolay gelmedim. Çok mücadele ettim, çok zorluk yaşadım ama hiçbir zaman bir şeyler inşa etme tutkumdan vazgeçmedim. Hâlâ da aynı heyecanla çalışıyorum.

Babar Mimarlık ise benim için bir marka değil, bir yaşam biçimi. Gerçekten bir evlat gibi; gözüm gibi büyüttüm. Sabırla, sevgiyle, karakter katarak adım adım inşa ettim. Hâlâ da her gün büyütmeye devam ediyorum.

Ofisinizin kuruluş hikâyesini dinlemeyi çok isteriz.

Üniversite eğitimimi Işık Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra MATA Mimarlık’ta çalışmaya başladım. Gerçek anlamda mimarlığın mutfağında yetiştim. Gecemi gündüzüme kattım; 72 saat uykusuz çalıştığım günleri bilirim. Hatta bir sabah, yoğun bir şantiye tesliminin ardından, İstanbul’un sabah trafiğinde direksiyon başında yorgunluktan uyuyakaldım. O an bu mesleğe ne kadar gönülden bağlı olduğumu bir kez daha hissettim.

MATA Mimarlık beni İnegöl’deki bir Penti mağazasının şantiyesine gönderdiğinde, içimde kendi markamı kurma isteği iyice netleşti. O sırada İnegöl’de yaşayan dostum Yunus’la bir araya geldim. Hayalimi anlattım: “Kendi markamı kurmak istiyorum” dedim. O da beni MarkaKoçum firmasıyla tanıştırdı. Cebimde sadece 10.000 TL vardı; 7.500 TL’sini kurumsal kimlik için verdim, kalan 2.500 TL’yi de yol ve yaşam masraflarına ayırdım.

İlk markamız “Mossa Mimarlık Sanat Ofisi” ismiyle doğdu. Ve ne güzel ki, markamı kuran kişi İsmail aynı zamanda ilk müşterim oldu. Onun ofisini tasarladım. Ardından beni çevresiyle tanıştırdı ve işler peş peşe gelmeye başladı.

İlk ofisimi, doğup büyüdüğüm yer olan Çengelköy’de, artık kullanılmayan aile evimizin bir odasında kurdum. 35 metrekarelik bu alanı hem ofise dönüştürdüm hem de bu işe olan bağlılığımı fiziksel bir alana taşıdım. Mütevazıydı ama karakter doluydu.

Başlangıçta freelance desteklerle ilerliyordum ama vizyonum hep büyüktü. Sorana “5–10 kişiyiz” diyordum 🙂 Gerçekten de ofisi kurduktan sonraki 6 ay içinde ekip sayımız 10 kişiye ulaştı.

Her zaman işe, teknolojiye ve insana yatırım yaptım. Güçlü bilgisayarlar, VR gözlükler, özel ekipmanlar… Her detayda kaliteyi önceledim. Çalışanlarıma sadece iş arkadaşı olarak değil; bu markanın ortak yolculuğundaki gerçek paydaşlar olarak yaklaştım.

Tabii yolumuz hep düz değildi. “Mossa Mimarlık Sanat Ofisi” ismi için gerekli marka tescil işlemlerini yapmamıza rağmen, Bursa merkezli bir firma tarafından isim hakkı nedeniyle dava açıldı. Süreç halen devam ediyor. Biz de bu durumdan doğabilecek riskleri önceden yönetebilmek ve aynı zamanda aile ismimizi taşıyarak kurumsal çizgimizi güçlendirmek adına, 1 Ocak 2022 itibarıyla markamızı Babar Mimarlık Sanat Ofisi olarak yeniden yapılandırdık.

Bu geçişi de sosyal medya hesaplarımızda şu ifadeyle duyurduk:

“Mossa Mimarlık Sanat Ofisi olarak çıktığımız marka yolculuğumuza, 2022 yılı itibariyle soyadımız olan “Babar” markası ile devam ediyoruz. Babar İstanbul / Babar Mimarlık Sanat Ofisi olarak yeni yılda mimari ve konsept projelerimizle karşınızda olacağız. Yeni başarılarda, yeni mekanlarda görüşmek üzere… Mutlu yıllar!”

Bu sadece bir isim değişikliği değildi.Bu; yaşanmışlıklardan süzülen bir bilinçle, yepyeni bir vizyonun kapısını aralamaktı. Babar Mimarlık, bir hayalin değil, mücadelenin kurumsallaşmış hâlidir.

Babar Mimarlık olarak uluslararası projelerle çalışmak, ulusal projelerle çalışmaktan farklı olarak hangi zorlukları beraberinde getiriyor?

Uluslararası projeler bizim için sadece coğrafya değiştirmek değil, bakış açısını da değiştirmek demek. Bu sürecin en zorlu tarafı, açık konuşayım, uygulama kısmında ortaya çıkıyor. Yani inşa süreci başladığında, yerel usta bulmak en büyük sınavlardan biri oluyor. Çünkü hiçbirini tanımıyorsun, referansın yok, işini görmemişsin. Özellikle ilk projelerde bu konuda çok zorlandım. Ama bir şekilde hep çözümler üretmeyi bildik.

Şimdiye kadar Kıbrıs, Belçika, Yunanistan, Hollanda, Almanya, Zürih, Azerbaycan ve İran gibi çok farklı ülkelerde projeler gerçekleştirdik. Hepsi kendi içinde başka bir deneyim, başka bir kültürel kod taşıyor. Bu çeşitlilik bana mimarlığın aslında evrensel ama bir o kadar da yerel bir şey olduğunu çok net gösterdi.

Mesleki olarak bu süreç bana inanılmaz şeyler kattı. Her ülkenin, her insanın yaşam stili, alışkanlığı, mekâna yüklediği anlam farklı. Bunu sahada görmek, teoriden çok daha etkili.

Kendimde fark ettiğim en büyük değişim şu oldu: Ben artık sınırları olan biri değilim. Nerede ne gerekiyorsa, orada ne çözülmesi gerekiyorsa, onun yolunu buluyorum. “Hayır” demek bana göre değil. Araştırırım, öğrenirim, uygularım.

Müşteriyi iyi dinlerim. Sadece ne istediğini değil, neden istediğini anlamaya çalışırım. O yüzden çoğu zaman neye ihtiyaç duyduklarını onlardan önce görürüm. Nokta atışı çözümler üretebilmemin sebebi de bu.

Uluslararası projeler bana bir şey öğretti: Mimarlık sadece çizimle, metrekareyle sınırlı bir iş değil. Mimarlık, insan okumak işidir. Coğrafyası değişse de ihtiyaç, duygu ve çözüm üretme biçimi evrenseldir. Bunu yakaladığında, sınır kalmıyor.

Özellikle yurtdışındaki projelerde yerel kültürleri anlama sürecinizin nasıl işlediğini merak ediyoruz.

Yurtdışındaki her proje benim için sadece yeni bir yapı değil, aynı zamanda yeni bir yaşam biçimiyle tanışmak demek. Bir yere iş yapacaksam önce o coğrafyanın nasıl yaşadığını, nasıl nefes aldığını anlamaya çalışırım. Oraya gitmeden önce detaylı kültürel araştırma yapıyorum; kullanıcı alışkanlıkları, iklim, günlük yaşam ritmi gibi unsurları inceliyorum. Ama en önemlisi, yerel halkla ve müşterilerle doğrudan temas kurmak. Çünkü kitapta yazanla sokakta yaşanan aynı olmuyor.

Her kültür kendi içinde başka bir mimari ihtiyaç doğuruyor. Mesela Azerbaycan’da mahremiyet çok daha farklı algılanıyor; iç mekânlarda bile dışa kapalılık ön planda. Zürih’te ise doğayla uyum ve sürdürülebilirlik o kadar hassas ki, mimari neredeyse doğaya “sığınmak” üzerine kuruluyor. Bu tür farkları görmeden tasarım yapamazsınız, yapsanız da yerini bulmaz.

Ben her zaman şuna inanıyorum: Mimar sadece mekân tasarlamaz, yaşam biçimini yorumlar. O yüzden kültürü anlamadan çizime oturmak bana göre yanlış. Projeye başlarken önce yaşantıyı hissediyorum. O hissi çizime döktüğümde, mekân sadece güzel değil, aynı zamanda anlamlı oluyor.

Kültürel farkları sadece bir “farklılık” olarak değil, tasarımı besleyen bir zenginlik olarak görüyorum. Ve her projede biraz daha öğreniyorum. Belki de bu yüzden hâlâ ilk günkü gibi heyecanla çalışıyorum.

Uluslararası projelerdeki yasal düzenlemelerin ülkemizle çok farklı olduğunu tahmin ediyoruz. Yeni bir proje üzerinde çalışırken bu yasal düzenlemeleri dikkate alma süreciniz nasıl işliyor?

Her ülkenin kendine has bir mevzuatı var ve gerçekten bazıları oldukça karmaşık. Uluslararası projelerde ilk yaptığım şey, o ülkenin mimari ve inşaatla ilgili temel düzenlemelerini, izin süreçlerini ve sınırlamalarını öğrenmek oluyor. Bunu ya yerel danışmanlarla ya da doğrudan ilgili kurumlarla iletişime geçerek çözüyorum. Kafama göre çizip teslim etmek gibi bir durum asla olmaz; oranın sistemine saygı duymak zorundasınız.

İşin en kritik kısmı: Projeye başlamadan önce sadece tasarımı değil, uygulanabilirliğini de düşünmek. Bu yüzden özellikle yerel yönetmeliklerin, yangın güvenliği, erişilebilirlik, enerji performansı gibi teknik detayların hepsini analiz ediyoruz.

Beni en çok geliştiren şeylerden biri de bu oldu: “Sadece güzel tasarla” mantığı yetmiyor. Dünyanın farklı yerlerinde iş yapabilmek için aynı zamanda stratejik düşünmen, yerel prosedürleri çok iyi okuman gerekiyor.

Bizim yaklaşımımız şu: Tasarım evrensel olabilir ama uygulama yereldir. Bu ayrımı baştan kabul edip süreci buna göre yönetirseniz, hem işveren memnun olur hem de proje sorunsuz ilerler.

Babar Mimarlık olarak her projede bu disiplini uyguluyoruz. Çünkü bizim için mimarlık sadece estetik değil; aynı zamanda sorumluluk işidir.

Uluslararası projelerde proje yönetim süreciniz nasıl? Farklı coğrafyalardaki projeleri koordine etmek nasıl avantajları ve zorlukları beraberinde getiriyor?

Uluslararası projelerde süreç yönetimi, sadece çizimden ibaret değil; planlama, kontrol ve güven ilişkisine dayalı bir sistem kurmak gerekiyor. Her ülkenin kendi yasal düzeni, malzeme tedarik süreçleri, işçilik disiplini farklı olduğu için tek kalıplık bir yöntemle ilerlemek mümkün değil.

Babar Mimarlık olarak her yurtdışı proje için özel bir organizasyon yapısı kuruyoruz. Eğer uygulama da bize aitse ve karşılıklı güven çerçevesinde anlaşma sağlandıysa, ofisimizde çalışan kendi şantiye şefimizi doğrudan sahaya gönderiyoruz. Hangi ülkede iş yapıyorsak, şantiye şefimiz orada sabah iş başlangıcından akşam iş bitimine kadar fiziksel olarak şantiyenin başında bulunur. Projeyi başından sonuna kadar birebir kontrol eder.

Ayrıca ayda bir veya iki defa ben ve ekip arkadaşlarım sahaya gider, süreci yerinde denetleriz. Bunun dışında sahada yerel bir uygulama sorumlusu varsa onunla koordineli çalışır, tüm süreci merkez ofisten dijital olarak da takip ederiz.

Zorlukları elbette var: farklı dil, farklı yasa, saat farkı, kültürel bakışlar… Ama bu zorluklar bizi zamanla çok daha sistemli, dijitalde disiplinli ve çözüm odaklı hale getirdi. Her proje bir ders, her ülke bir tecrübe oldu.

Avantajı ise çok büyük: Uluslararası projeler sizi sadece mimar olarak değil, bir proje lideri olarak da geliştiriyor.

Artık biz sadece tasarım yapmıyoruz; süreç yönetiyoruz, sahada var oluyoruz, uygulamayı denetliyoruz. Bu da Babar Mimarlık’ın sıradan bir mimarlık ofisinden çok daha fazlası olduğunun göstergesi.

Uluslararası projelerinizde çalışan ekip üyeleri arasındaki dil ve kültürel farklılıkların etkilerini hissediyor musunuz? Evet ise, bunu nasıl dengelemeye çalışıyorsunuz?

Kesinlikle hissediyoruz. Hatta bu farklar zaman zaman projenin ilerleyişini doğrudan etkileyebiliyor. Ama bizim için bu bir engel değil, yönetilmesi gereken doğal bir süreç.

Farklı ülkelerde, farklı ekiplerle çalıştığınızda sadece dil değil, iş yapma kültürü de değişiyor. Kimi ülkede sistematik ve dakik bir iş disiplini varken, kimi yerde süreçler daha esnek ve yoruma açık olabiliyor. Bu durumda en önemli şey: iletişim ve sabır.

Biz Babar Mimarlık olarak iletişimi her zaman şeffaf, net ve karşılıklı saygı üzerine kuruyoruz.

Ekip üyeleri arasındaki kültürel farkları dengelemek için herkesin rolünü, sorumluluğunu ve beklentisini baştan netleştiriyoruz. Kimsenin belirsizlik yaşamadığı ama herkesin katkı sunduğu bir sistem kuruyoruz. Aynı zamanda merkez ofis ile saha arasındaki iletişimi de sürekli açık tutuyoruz.

Gerekirse yerel danışmanlarla çalışıyor, bazen tercüman desteği, bazen de görsel anlatımlarla süreci sadeleştiriyoruz.

Aslında bu farklılıklar bizi zorlasa da bir yandan da geliştiriyor. Çünkü her yeni proje, her kültür bize başka bir pencere açıyor. Zamanla fark ettik ki biz sadece çizim yapmıyoruz, sadece proje üretmiyoruz — aynı zamanda farklı dünyalara hitap eden mimari projeler geliştiriyoruz ve bu da Babar Mimarlık’ı uluslararası ölçekte güçlü bir oyuncu haline getiriyor.

Son olarak, yurtdışında ofis açmak ya da uluslararası projelerde yer almak isteyen genç meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz nelerdir?

Her şeyden önce şunu söylemek isterim: Bu yol çok parlak görünebilir ama gerçekten kolay değil. Ama imkânsız da değil.

Eğer bir gün başka bir ülkede iş yapmak istiyorsanız, önce kendi ülkenizde çok iyi mücadele etmeyi öğrenmelisiniz. Çünkü uluslararası projelerde sizi taşıyacak olan şey sadece dil bilginiz ya da çizim kaliteniz değil — karakteriniz, problem çözme beceriniz ve kriz anındaki duruşunuz.

Benim genç meslektaşlara ilk tavsiyem: Korkmayın. Bir şeyi bilmiyorsanız öğrenirsiniz. Ama hiç adım atmazsanız, hep olduğunuz yerde kalırsınız. Araştırın, yabancı dil öğrenin, farklı mimari stilleri gözlemleyin. Her kültür bir vizyon katar. Ve unutmayın; iyi bir mimar önce iyi bir gözlemcidir.

İkinci tavsiyem: İlişkilere yatırım yapın. Uluslararası alanda iş yapmak istiyorsanız sadece mimar değil, aynı zamanda iyi bir iletişimci, iyi bir yönetici, iyi bir dinleyici olmanız gerekir. Güven vermek, işinizi sahiplenmek ve çözüm odaklı yaklaşmak sizi hep bir adım öne taşır.

Son olarak: Sınırları zihninizde kaldırın. Ben kendimi hiçbir zaman “sadece İstanbul’da çalışan bir iç mimar” olarak görmedim. Nerede bir proje varsa, nerede bir ihtiyaç varsa, ben orada olmaya taliptim. Her yeni proje, bana sadece kariyer değil, bakış açısı da kazandırdı. Yurt dışında iş yapmak büyük bir vizyon ister. Ama önce o vizyonu kendinizde görmelisiniz.