Yapı Kataloğu - Nitelikli Mekan Yaratma Platformu

Bize Ulaşın +90 (850) 303 27 83
Mimarlık ve Sinema

Mimarlık ve Sinema

İkisi de konsept oluşturmak, tasarlamak, ürün üretmek ve sonucu doğru sunabilmek gibi birçok açıdan benzerliklere sahiptir. Her ikisi için de zaman ve mekân kullanılarak inşa edilen modern ve gelişmiş bir gerçeklik bulunur. Ayrıca sinemanın zaman zaman mekânları ifade etmesiyle de mimarlığa olan yakınlığını ortaya çıkmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, sinemada zaman faktörünü etkili kullanmak ve mekânların duygularını seyirciye yansıtabilmek çok önemlidir. 

mimarlık ve sinema ilişkisi

Sinema ve mimarlık ilişkisinde bu kadar güçlü bağ varken, tasarım yönü öne çıkan birkaç filmle göz atmaya ne dersiniz? Gelin sanat ve mimarlık hayatımıza yön veren filmleri birlikte inceleyelim.

Inception (2010)

Yönetmen koltuğunda Christopher Nolan’ın yer aldığı Inception’da mimarlık, sadece bir tema olarak işlenmemektedir. Mimarlık bu filmde, karakterlerin tasarım ve hayal kurma yeteneklerine göre değişiklik göstermektedir. Asıl karakter olan Dom Cobb yetenekli bir hırsızdır ve görevi insan bilincinden sırlarını çalmaktır. Cobb, genç mimar Ariadne’ye, ‘’Her zaman yeni mekânlar hayal et’’, diyerek aslında seyirciye tasarlanmış mekânlar sunar. İzleyiciler için en unutulmaz sahnelerden olan, Paris’in katlanır hale geldiği o sahneyi ise unutmak birçok sinemasever için imkansızdır.

inception scene - Paris

Black Panther (2018)

Yaratılan evren açısından izleyiciler için unutulmaz bir film olan Black Panther’de oluşturulan Akon Şehri’nin gelecekte olması öngörülen bir Afrika şehrinden esinlenildiği düşünülüyor. Wakanda kentinin gelişmesinden önce kurgusal bir metal olan Vibranyum’un meteor şeklinde şehre düşmesiyle birlikte, teknolojik açıdan gelişen mimariyle bir paralellik oluşturuluyor. Wakanda şehrinin kurgusal tasarımı ve yerleşim planının, gelecekte inşa edilecek yeni şehirler için ilham olması bekleniyor. 

black panther Wakanda city

The Grand Budapest Hotel (2014)

Bir Wes Anderson klasiği olan filmde estetik sunan görseller ve simetrik şekiller, filmde izleyicilerin dikkatini çekmektedir. Dekor ve mekân çizimlerinin mimari düzeyde ölçekli olarak inşa edildiği film çekimlerinde ise çoğunlukla ‘’greenscreen’’ yöntemi kullanılmıştır.

Dış mekân çekimleri için otelin üç metrelik minyatür bir modeli yaptırılıyor. Mekânların tasarımlarının ne kadar etkileyici olabildiğine kanıt olacak The Grand Budapest Hotel filmi, iç mekân tasarımları ile sizleri yaşam alanlarınızda yeni tasarımlar yapmak için teşvik ediyor.

grand Budapest hotel

Her (2013)

Bir distopya kurgusuna sahip olan Her filminde ise, kıyafetlerin ve şehrin tasarımı ilk başta arka planda bulunan detaylar gibi dursa da aslında kurgu bir dünya yaratıyor. Ana hatlarıyla olumsuz bir dünya düzeni anlatan filmde, ana kahramanın çalıştığı kamu alanları modern tasarımlarla ferah ve temiz dururken, ulaşım araçlarının çevreye daha duyarlı olduğu dikkatleri çekmektedir. Kahramanın yaşadığı şehrin sahip olduğu mimari, gelecek teknolojisinden etkilendiğinden izleyicilere gelecekte metropollerin nasıl bir tasarıma sahip olacağına, insanların ise bu şehirlerde hayatını nasıl sürdüreceğine dair fikir vermektedir.  

future Los Angeles city view

Parasite (2019)

Parasite filminde, ana unsur olarak mimarinin öne çıktığını söylemek mümkündür. Ailelerin yaşam alanları arasındaki görünür farkların ilişkiler üzerindeki etkilerine dair sembolik tasarım ipuçlarıyla dolu olan film için bazı tasarımcılar, dikey çizgilerin filmde sınıfsal ayrımı belirttiğini düşünmektedir. Bu da bizlere mimarlık, iç mimarlık ve tasarımların aynı zamanda dışarıdan bakılan değerlendirmelere göre bir kimlik kazandırdığını gösterir.

Metropolis (1927)

Bir diğer distopya filmi olan Metropolis, zamanının çok ilerisinde bir filmdir. 1927 yılında yapılmasına rağmen filmde tasvir edilen şehir siluetinin dönemine göre çok modern olduğu dikkatlerden kaçmaz. 

Filmde yer alan 3 katmanlı yapıdaki her katmanın farklı sosyal sınıfları temsil ettiği Metropolis, işçilerin çalışma alanları, yapılar ve şehir hayatıyla ilgili döneminin çok ötesinde izler taşımaktadır.  

metropolis movie futuristic city

Blade Runner (1982)

1982’de yayınlanan Blade Runner da çağının ötesinde bir yaklaşımla Los Angeles’ın 2019 yılında sahip olacağı post modern geleceğini öngören bir kent sunuyor. Ridley Scott’ın yönetmenliğini üstlendiği filmde özellikle 3 binanın öne çıktığını görüyoruz. 

Bunlardan ilki kahramanlardan Tyrell’in evi ve şirketi de olan piramit şeklindeki devasa bina, Mısır dönemi saraylarının iç mimarisine benzer şekilde dizayn edilmiştir. Bina, filmde güneş ışığının girdiği tek yapı olarak karşımıza çıkıyor. İzleyiciye ise güneş ışığının bile sınıfsal duruma ve statüye göre alınabileceği bir dünya resmediliyor. 

Bir diğer yapı ise Başrol Dekart’ın evi olarak geçen Frank Llyod Wright imzalı Charles Ennis Evi oluyor. Los Angeles’ın simge yapılarından olan mekânın iç tasarımında, filmin bütününde hâkim olan mat renkler görülüyor. 

Son olarak Bradbury Binası da yine filmin dikkat çeken yapılarından oluyor. Yapıda kullanılan çelik film için karamsar bir altlık oluşturuyor. 1893’de Mimar George Wyman tarafından tasarlanan beş katlı ofis binasında asansör, merdiven ve yürüyüş yolları strüktürleri dikkat çekiyor.

blade runner city

Mimarlığın her disiplinle var olan ilgisi yadsınamaz bir gerçek olmaktadır. İnsanın var olduğu her yerde kendini bir şekilde gösteren mimarlık, sinema sektöründe de tarih boyunca farklı şekillerde yer almıştır. Bazen filmin ana omurgasını oluşturan bir yapıda karşımıza çıkarken, bazen ana kahramanın hayatıyla ilgili bize daha derin bilgiler veren bir unsur olarak bulunmuştur. 

Çünkü mimarlık, insan olan her zamanda, her yerdedir. Biz farkında olmasak bile. 

 

Kaynakça: archdaily.com, dezeen.com, designboom.com - Görseller: architecturaldigest.com, technotoday.com, indiewire.com, latimes.com, archdaily.com